CanerÇa
  Antik Çağ Felsefesi (Ancient Philosophy)
 
Antik Çağ Felsefesi (Ancient Philosophy)

Antik Çağ Felsefesi

Kategori: Felsefe

Antik Çağ felsefesi, İ.Ö.700'lü yıllardan başlayıp İ.S.500'lü yıllara, yani Orta Çağ'a kadar uzanan tarihsel dönemdeki felsefe tarihini kapsar. [1] Bu 13 asırlık zaman dilimi felsefî düşüncenin ortaya çıkışı, oluşumu ve gelişimi bakımından yakınlıklar, benzerlikler, etkiler taşıdığı gibi, çatış­maları, aynı konu ve sorunların farklı, hatta karşıt açıklama ve yorumlarını da içerir. Ayrı­ca felsefi konu ve sorunların tek tek filozoflara göre açıklanıp yorumlandığı, birer felsefi ekol ve felsefi akımlar boyutu kazandığı da bir gerçektir.[2]

Antik Yunan ve Roma kültürlerinde süregelen felsefe eğilimleri ve öğretilerinden oluşur. Klasik İlkçağ felsefesi olarak adlandırılması da söz konusudur. Bu dönem İlkçağ felsefesinden, Yunan ve Roma kültürlerine bağlı olmalarıyla ayrıştırılır. Böylece bilgi için bilgi gibi bir felsefe geleneğine geçilmiş olduğu varsayılır; bilgi burada gündelik yaşamdaki kullanılabilirliğinin ötesinde kendi başına bir değer ya da sorundur. Bu nedenle Batı felsefesi olarak adlandırılan felsefe geleneği kendisini Antik Çağ felsefesine dayandırır. Çağdaş ya da modern denilen düşünce biçiminin ve felsefe tarzının embriyon halinde bu dönem felsefe geleneğinde ortaya konulduğu varsayılmaktadır. Antik Çağ filozofları, bilginin anlamını, doğruluğun ne olduğunu, erdemin ne anlama geldiğini, evrenin ve yaşamın anlamını sorgulamışlar ve felsefi soruları şekillendirmişlerdir.[1]

Felsefe tarihinin bu başlangıç dönemi "antik felsefe" şeklinde tanımlanmasına karşılık, bu felsefe içinde eski Yunan felsefesi ve aynı za­manda bilimi ve Roma felsefesi ele alınır. Fakat Roma felsefesi, Yunan felsefesinin ele alıp tartıştığı konu ve sorunlara temelde bağlı kalmış, hatta ondan biraz daha sönük kalmış, dolayısıyla bu konu ve sorunlara köklü yakla­şımlar getirememiştir.

Bu bakımdan on üç asırlık zaman diliminin kendi içinde, felsefi konu ve sorunların ortaya konulup tartışılmasına göre, tasnif edilmesi mümkündür. Kuşkusuz Antik Çağ Felsefesi, değişik açılardan tasnif edilebilir. Sözgelimi genel olarak tarihi akışa göre şöyle bir tasnif yapılabilir:

  1. Sokrates öncesi filozoflar dönemi. Sokrates'e kadar uzanan dönemde yaşayan bütün filozoflar buraya dahil edilir.
  2. Klasik felsefe dönemi: Bu dönemde Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi sistem kurmuş büyük filozoflar yer almakladır;
  3. Helenistik dönem: Aristoteles'in ölümünden (M.Ö. 322) Hz.İsa'nın doğuşuna kadar geçen dönem;
  4. Roma dönemi: Hz. İsa'nın doğumundan V. yüzyıla kadarki dönem.

Bu tarihi bakımdan yapılan ayrım için felse­fenin ele aldığı konulan şu şekilde belirlemek mümkündür:

Birinci dönem tabiat felsefesi şeklinde nitelendirilmiş olup bu dönemde ele alınan temel sorun, evrenin esasının ve doğanın ne olduğu ve nasıl meydana geldiği, varlıkların nereden ve nasıl meydana çıktıkları sorunudur.

İkinci dönemde Sofistler ve özellikle Sokrates ile birlikle insan sorununa yöneliş başlar. "İnsan nedir?" sorusu çerçevesinde sorunlar üretilir ve tartışılır. Ayrıca bilgi ve ahlak alanları veya sorunları bağımsız konular olarak ortaya çıkarlar. Yani felsefenin inceleme alanı doğadan insana yönelirken, insan, insanın hayatı, mutluluğu, ahlak, erdem gibi konular tartışılır. Ancak bu dönemde Platon ve Aristoteles, insan sorununun yanında tabiatın incelen­mesine de eğilirler, yani bir sistem oluşturmaya çalışırlar.

Üçüncü dönemde Stoacılık, Epikürcülük ve Şüphecilik (septisizm) akımlarıyla felsefenin "ahlaklı ya da erdemli hayat nedir?", "İnsan nasıl mutlu olabilir?", "İnsanın mutluluğu nerededir?" soruları ortaya konulur.[3]

İlk çağ felsefesi deyince, dar anlamında Yunan felsefesi ile bu felsefeden doğmuş olan Helenizm-Roma felsefesi akla gelir. Belli bir tarih dönemini adlandıran İlkçağ kavramı, bilindiği gibi, geniştir: Bu dönem, ilk yazılı belgelerle başlar ve İsa'dan sonra 476 yılında Batı Roma İmparatorluğunun çöküşüne kadar sürer. Bu uzun zaman aralığında da, birçok kültürler doğup gelişmiştir. Uzakdoğu ve Hint kültür çevrelerini bir yana bırakırsak, yalnız Akdeniz çevresinde başlıcalarını sayalım: Mısır, Mezopotamya (Sümer, Akad, Babil, Asur), Hitit, Fenike, Yahudi, Yunan, Pers, Roma, Kartaca kültürlerini buluruz. İlkçağ kavramı, bütün bu kültürleri içine alır.

Bugün bildiğimiz anlamdaki felsefeyi ilk olarak ortaya koyan, yaratan eski Yunanlılar olmuştur. Böyle bir felsefe, Klasik İlkçağ ya da Antik Çağ adı verilen, yalnız Yunan ve Roma kültürlerini içine alan, İsa'dan önce 8. yüzyılda başlayıp, İsa'dan sonra 5. yüzyılda sona eren, demek ki bin yıldan çok. süren bir tarih aralığının ürünüdür. Bundan dolayı, İlkçağ felsefesine Antik felsefe de denilir. Buna göre, Antik felsefe denilince: Yunan felsefesiyle, bundan türemiş olan Helenizm ve Roma felsefesi anlaşılır.

İsa'dan önce 6. yüzyılda Yunanlılar için kutsal gelenek çağı kapanmaya yüz tutmuştu: Din ve geleneğin çizdiği dünya görüşü sarsılmış, bunun yerini, tek kişinin kendi aklı, kendi görgüleriyle kurmaya çalıştığı bilime dayanmak isteyen bir tasarım almaya başlamıştı.
İşte felsefenin adını da, kendisini de 6. yüzyılın Yunan kültüründeki bu gelişmeye borçluyuzdur.

Bugün bizim de kullandığımız felsefe deyimi, Yunanca "philosophia" sözcüğünden gelir. Felsefe, philosophia'nın Arapça da aldığı biçimdir. Türkçe'ye de Arapça üzerinden bu biçimde girmiş. Philosophia bileşik bir sözcüktür, iki sözcükten kurulmuştur: philia ile sophia'dan. İlki sevgi, ikincisi bilgelik, geniş anlamıyla bilgi demektir. Buna göre philosophia: bilgiyi, bilgeliği sevme demekti.

Platon'un öğrencilerinden Herakleites Pontikos'un söylediğine göre, philo-sophia deyimini ilkin Pythagoras kullanmış. Pythagoras kendine philosophos (filozof) dermiş. Çünkü, ona göre sophia, bilgelik, eksiksiz doğru yalnız tanrılara yakışır; insana ise ancak philosophia, yani bilgeliği sevmek, dolayısıyla ona ulaşmaya çalışmak yaraşır.

Herakleides Pontikos'un bu bildirdiğinin doğru olduğuna inanmak pek güç. Burada sophia ile philosophia birbirinin karşısına öyle bir biçimde konu yor ki, bu karşılaştırma — ilerde göreceğimiz gibi — Sokrates ile Platon'un Sofistlerle savaşmalarını pek andırıyor. Gerçekten de, Sokrates ile Platon, kendi bilgisizliklerini bilmelerini, yani neyi bilmediklerini bilmelerini gerçek bilginin kaynağı sayıyorlar, bunun karşısına da Sofistlerin şişirme, temelsiz bilgilerini koyuyorlardı. Herakleides Pontikos, philosophia deyimini 11km Pythagoras'ın, hem de bu anlamda kullandığını ileri sürerken, öğretmeni Platon'da gördüğü bu karşılaştırmanın çok etkisinde kalmışa benziyor.

Ama, Herakleides Pontikos'un söyledikleri tarih bakımından doğru olmasa bile, philosophia deyiminin o sıralarda kazandığı anlamı çok güzel dile getiriyor: Buna göre, philosophia durup dinlenmeden bilgiyi, doğruyu arama işidir. Düşünme ile olsun, deney ile olsun, burada varılmak istenen şey: doğrudur, hakikattir. Felsefe, doğruya varmak ister, bunun için uğraşır; eldekileri bu amacı bakımından boyuna ayıklar, eleştiren bir süzgeçten geçirir. Kısaca: philosophia bilgi bir sevmedir, ona varmak özleyişiyle yoluna bir düşmedir, onu elde etmek için bir çabadır. Bunun karşısında: bu bilgeliğin, sözde eksiksiz olarak, elde bulunduğuna inanma var. Bu da, akıl ve gözlemden çıkarılmamış olan, olduğu gibi benimsenen bir inanç ancak.

Felsefenin adını olduğu gibi, kendisini de, 11km eski Yunan'da buluyoruz. İsa'dan önce 6. yüzyılda, o zaman İonia adı verilen bölgede (Aşağı yukarı bugünkü İzmir ve Aydın illeri ile karşılarındaki adalar) birtakım düşünürlerle karşılaşıyoruz ki, bunlar yapıtlarına peri plıyseos (Doğa üzerine) karakteristik adını veriyorlar. Bu yapıtlar, doğanın, evrenin bilimsel bir tablosunu çizmek için yapılmış olan ilk denemelerdir, dolayısıyla da, dini bir dünya tasarımından ayrılan ilk felsefe yazılarıdır. İşte İonia'da bulduğumuz bu gelişme ile Yunan felsefesi başlamış oluyordu. Nitekim, göreceğiz, bu gelişme bizi sonra dosdoğru Platon ile Aristoteles'e, Yunan felsefesinin bu iki doruğuna ulaştıracaktır.

İonia'da karşılaştığımız bu gelişmeden önce, hiçbir yerde bu çeşit düşünceler, bu çeşit yazılar bulamıyoruz. Hint kültürünün çok derin düşünceleri saklayan ünlü Upanişad'ları bile sıkı sıkıya dine bağlıdırlar. Bunlarda da doğa üzerine birtakım görüşler var. Ama bunlar, İonia düşünürlerinin yazılarında olduğu gibi, doğanın önyargılardan uzak, özgür kalarak bir araştırılması olmayıp, din açısına bağlı kalarak yapılmış yorumlardır.

Yunan felsefesini Doğu'dan gelen etkilerden türetmek denemeleri yapılmıştır. Bu denemelerin daha İlkçağ sonlarında yapıldığını görüyoruz: Yahudiler, Yeni pythagorasçılar, Yeniplatoncular ile Hıristiyanlar Yunan felsefesinin kökünün Doğu'da olduğu savını yaymışlardır: Örneğin, 1.8. 2. yüzyılda yaşamış olan Numenios adında bir Yeni pythagorasçı “Platon, Attika diliyle konuşan Musa'dan başka bir şey değildir” demiştir. Ayrıca Elealılarda Hint, Pythagorasçılarda Çin, Herakleitos'da Pers, Empedokles'te Mısır, Anaxagros'ta Yahudi dininin etkileri olduğu ileri sürülmüştür. Günümüze kadar sürüp gelmiş olan bu denemeler, bazı bakımlardan haklıdırlar, ama pek çok zorlamalara da kaçmaktadırlar. Çünkü varlıkların özü, yapısı üzerine Özgür bir düşünce olan Yunan felsefesi, Doğu dinlerinden alınma çeşitli tasarımlarla açıklanamaz. Bunu bilgi konusunda açık olarak görebiliriz: İlk Yunan düşünürleri, birtakım bilgilerini elbette Doğu'dan almışlardır; bu arada, özellikle geometri bilgilerini Mısırlılardan, astronomi bilgilerini de Babillilerden edinmişlerdir. Ama, Yunanlıların Doğu'dan aldıkları bu bilgileri, bu bilme gereçlerini işleyiş ve değerlendirişlerinde, Yunan düşüncesinin, başka hiçbir yerde bulamadığımız başarısını çok açık olarak görebiliriz. Mısır geometrisi pratik-teknik gereksemelerden doğmuştu: Ülke için hayati önemi olan Nil'in yıllık taşmalarını düzenlemek, bunun için kanallar açmak zorunluluğu, bu gereksinme, Mısır geometrisini ortaya koyup geliştirmişti. Böylece doğan bu geometri, pratiğe bağlı olmaktan hiçbir zaman da kurtulamamıştır. Mısırlılar, buldukları geometri teoremlerine empirik bir yolla varmışlardı; onun içindir ki, örneğin yüzeyleri ölçmede kullanılan formüller, bugünkü geometride olduğu gibi, birtakım axiom ve tanımlara dayanan bir Sistem meydana getirmiyordu; bunlar tek başlarına, dağınık bir halde idiler, aralarında bir bağlantı yoktu. İşte Yunanlıların bu alanda ulaştıkları büyük başarı: Mısırlıların parça parça bilgilerinden bir sistem geliştirmek, yalnız teknik nitelikte olan bilgilerinden teorik bir bilim yaratmak olmuştur. Thales, Pythagoras, Eukleides, böyle bir geometriye yol açanların başında yer alırlar. 0 sıralarda Doğu'da çok ilerlemiş olan başka bir bilgi kolunda, astronomide de durum böyle: Babillilerin ünlü astronomisi, yıldızlara tapan Babillilerin dinine dayanıyordu, bu dinin ve pratiğin hizmetinde idi. Yıldızlar üzerinde yapılan inceden inceye gözlemler, güneş ve ay tutulmalarının hesaplanması, hep dini-pratik amaçlar içindi. Burada da Yunanlılar, Babillilerin zengin gözlem gereçlerinden yararlanmışlar, ama sonunda, bu pratiğin emrindeki dağınık gereçlerden Anaximandros'tan Ptolemaios' a kadar ki çalışmalarıyla gökyüzünün bilimsel bir görünüşünü çizen bir teori kurmuşlardır.

Bütün bunlardan görüyoruz ki: Yunanlılar, doğruya ve bilgiye, doğrunun ve bilginin kendisi için yönelmiş olan bir bilimin, bir felsefenin ilk yaratıcılarıdır.. öyle bir şeyi de bilgiye, bilginin kendisi için ulaşmak istemeyi Eski Doğu'nun hiçbir yerinde bulamıyoruz. Eski Doğu kültürü, bilgi ile ya dini bakımdan ya da teknik bakımdan ilgilenir. Mısır ve Babil örneklerinde gördüğümüz gibi. Yunan felsefesinin köklerini Doğu'da bulmak için uğraşmalar, bir yandan Doğu'nun efsanelik bir bilgeliği olduğu inancına dayanır; öbür yandan da İlkçağ sonlarında Doğu ve Yunan bilgeliklerini geniş bir dini felsefi sinkretizm içinde karıştırıp eritmek eğiliminden ileri gelmiştir denilebilir.

İlkçağda filozof tipini de yalnız Yunanistan'da bulabiliyoruz. Bir yandan hayatının en yüksek ereğini bilgide bulan, bilmek için yaşayan; öbür yandan, edindiği bilgileri yaşamasına temel yapmak isteyen filozof denilen bu insan tipi ancak Yunanistan'da var. Bir Thales, bir Protagoras, bir Empedokles, böyle bir insan için tipik örneklerdir. Eski Doğu kültürlerinin hepsinde bulduğumuz bir kurum, Tanrı ile kul arasında aracılık eden, dolayısıyla gizli, esrarlı birtakım güçlere sahip olduğuna inanılan kapalı rahipler kastı, Yunanistan'da hiçbir zaman olmamıştır. Burada din adamı yerine araştırıcıyı, düşünürü buluyoruz. Bu düşünür tipi de, büyük bir saygının konusudur. Pythagoras ve başkalarında gördüğümüz gibi, bu düşünürlerin adı, zaman zaman başka ulusların peygamberleri, ermişleri gibi bir efsaneye bürünür. Bu düşünürler, hiç olmazsa başlangıçta, okul ile akademi arasında bir şey olan bir çevrenin ağırlık merkezidirler. Burada, öğretmek ve öğrenmek için, birlikte bilimsel çalışmalar yapmak için birleşilmiştir; bu çevreler, birer bilim derneği, birer bilim tarikatı gibi bir şeydirler. Bu dönemin düşünürleri, siyaset alanında da önder rolünü oynarlar. Başlangıçlarda bulduğumuz bu filozof tipinden sonra, yavaş yavaş, bir yandan: hayattan çok kendi düşünce dünyasına çevrilmiş olan bir bilgin, bir araştırıcı, bir derleyici tipi — Anaxagoras, Demokritos, en sonra da Aristoteles'te gördüğümüz gibi — öbür yandan da: daha çok hayata yönelmiş bir pratik filozof, bir yaşama sanatçısı, bir eğitici tipi gelişmiştir:

Sokrates, bu tipin, bütün İlkçağ için en büyük örneği olacaktır. Yunan felsefesinin ancak son döneminde, Batı'nın bilimi ile Doğu'nun dini kültlerinin karşılaştıkları bu dönemde, daha çok din coşkusu ile dolu, kurtuluşu öğütleyen tipi görüyoruz.

Bu söylenenleri göz önünde tutarsak, yani bugünkü anlamında bilim ve felsefenin beşiğinin eski Yunanistan olduğunu düşünürsek, Yunan felsefesinin büyük önemi kendiliğinden belli olur. Yunan düşüncesi, bilim ve felsefeyi yaratan özelliği ile, sıradan bir tarihi araştırmanın konusu değildir. Avrupa kültürünün, bütün Batı kültür çevresinin kurucu düşüncelerinin, bugüne kadar süregelen başlıca ilkelerinin kaynağı burası olduğu için, üzerinde çok önemle durulmaya değer.

Yalnız pratiğe yarayan bilgileri toplamada, yalnız din gereksemesini besleyen hayâl gücüyle yüklü tasarımlarla yetinmeyen Yunanlılar, temellendirilmiş, bir birlik içinde derlenip toplanmış bilgilere varmaya çalışmışlardır. Onun için Yunan felsefesinin tarihi, ilk planda Batı biliminin doğuşunu görmek, öğrenmek demektir. Ama Yunan felsefesi tarihinden, bir de, tek tek bilimlerin meydana gelişlerinin tarihini öğrenebiliyoruz. Çünkü düşüncenin mitolojiden ve günlük yaşayıştan çözülmesiyle başlayan bilimin, kendi içinde de yavaş yavaş ayrılmalar başlamıştır. Bilgi gereçlerinin birikmesi ve organik olarak bölümlenmesi yüzünden, başlangıçta yalın ve kapalı bir birlik olan bilimden, giderek, tek tek bilimler ayrılıp, az veya çok, kendi başlarına gelişmeye koyulmuşlardır.

Felsefenin eski Yunan'da sözü geçen bu başlangıçları, onun sonraki, bugüne değin süren gelişmesi için başlıca bir ölçü olmuştur. Yunan felsefesi, elindeki öyle pek geniş olmayan bilgi gereçlerini bilimsel olarak işlemek için gerekli kavram kalıplarını araştırıp bulmuş, pratik-dini kaygılardan bağımsız kalarak dünya üzerine olabilecek hemen hemen bütün görüşleri ortaya koyabilmiştir. Antik düşüncenin özelliği ile tarihinin öğretici önemi işte buradadır. Batı kültür çevresinin bugünkü dünya anlayışı da, dilleri de Antik felsefenin varmış olduğu sonuçlarla yüklüdür, bu sonuçlardan yoğrulmuştur. Yunan felsefesi, Batı kültürü dünya görüşünün, bu görüşe dayanan başarıların bir ana kaynağıdır.

Yukarıda, Antik felsefe ile Yunan felsefesi deyimlerini, yer yer, eşanlamda kullandık. İlkçağın Yunan ve Roma tarihlerini içine alan dönemine Antik Çağ denildiğine göre, Antik felsefenin de Yunan ve Roma felsefelerini kapsaması gerekir. Ama Yunan felsefesi yanında başlı başına olan bağımsız olan bir Roma felsefesinin sözü olamaz. Çünkü, göreceğiz, Romalılar felsefeye yeni, özgün denebilecek pek bir şey katamamışlardır; düşünceleri, hemen hemen Yunanlıların çizdiği yolda yürümüştür. Öbür yandan, İskender'in seferleriyle, Yunan kültürü Akdeniz'in doğusuna, ta Asya'nın içerlerine kadar yayılmıştı. Helenizm (Doğu Akdeniz çevresinin Helenleşmesi, kültürce Yunanlılaşması) denilen bu süreçte, tabii, Yunan felsefesi de Doğu'ya ulaşmış ve böylece Doğu Akdeniz'de, en önemlisi İskenderiye olan yeni bilim merkezlerinin kurulmasına yol açmıştı. Bu dönemin başlıca düşünürleri, Grekçe yazan Doğululardı. Burada da temel Yunan felsefesidir; ancak, içine, kökleri Doğu'da olan birçok düşüncenin karıştığı bir Yunan felsefesi.

Yunanlıların siyasi tarihinde üç dönem vardır. Bunlara paralel olarak Yunan kültür tarihinde de üç dönem ayırabiliriz: Siyasi hayatlarının ilk döneminde Yunanlılar, ayrı boylar, bağımsız şehirler halinde, aralarında sıkı politik bir bağlılık olmadan yaşamışlardır. Bu ilk dönemde, düşünce hayatı da felsefe de, birbirinden oldukça bağımsız olan ayrı ayrı merkezlerde gelişmiştir. Buralarda aynı zamanda siyasi bir rol de oynayan düşünürler sivrilip bir felsefe geleneğinin ilk temellerini kurmuşlardır. Bu dönemin sonlarına doğru gezici birtakım öğretmenlerin ortaya çıktıklarını, felsefe bilgilerini şehirden şehre taşıdıklarını görüyoruz. Pers savaşlarının kazanılması Yunanistan'ın siyasi hayatında ikinci dönemi açmıştır. Bu dönemde Yunanlılar aralarında az-çok siyasi bir birliğe ulaştıkları gibi kültür bakımından da bir birliğe varmışlardır. Atina'nın bulunduğu Attika bölgesinin Yunan kültür hayatında önder duruma geçmesi bu dönemde olmuştur. Bu arada Atina'da meydana gelen iki büyük felsefe sistemi Platon felsefesiyle Aristoteles felsefesi, kendilerinden sonraki zamana, ta günümüze değin, yön verici bir etkide bulunmuşlardır; öyle ki, bu etki olmaksızın Batı düşüncesini tasavvur etmeye imkan yoktur. Aristoteles, İskender'in öğretmeni idi. İskender'in seferleriyle de Yunan siyasi hayatının üçüncü dönemi başlamış (Helenistik dönem), bu arada Yunan düşünce hayatı yeni merkezler kazanmış, bunların karşısında Atina, yavaş yavaş önemini yitirmiştir.

Dışarıdan bakıldığında, Yunan felsefesi böyle bir gelişme geçirmiştir. Bu felsefenin ele alıp işlediği konular bakımından gelişmesini görmek istersek, şunu buluruz:

1. İlk döneminde Yunan felsefesi hemen hemen bütünüyle dış doğaya, cisimlerin dünyasına yönelmiş olan bir doğa,felsefesidir.

2. Bundan sonra insana karşı uyanan ilgi klasik dönemin geniş sistemlerine yol açmıştır. Bu sistemlerde Tanrı, insan ve doğa, bir düşünce bağlantısı içinde kavranmak istenmiştir.

3. Aristoteles'in kendi felsefesiyle okulunda gelişen ve biriken çok zengin bilgi kadrosu, tek tek bilimlerin bağımsızlığına her bilgi kolu üzerinde ayrıca çalışmalara yol açmıştır. Bundan sonra, her şeyi, bütün konuları içine almak isteyen bir sistem yerine: aralarında gittikçe ayrımlaşan bilimlerin bir karmaşası geçmiştir. Felsefe kendini bu bağlantıdan ayırmış, onun payına dünya ve hayat görüşleriyle ilgili genel sorunlarla uğraşmak düşmüştür. Aristoteles'ten sonraki felsefe, her şeyden önce, doğru yaşayışı gösterecek, gönülleri doyuran bir dünya görüşüne ulaştıracak yolu arayan bir öğretidir. Bu özelliği ile de, az veya çok pratik bir felsefe, aydınlar için de dinin yerine geçen bir felsefe olmuştur. Bu gelişme, Antik felsefenin son dönemine bir geçittir.

4. Bu son döneminde Antik felsefeye gittikçe daha çok dini öğeler karışmıştır. Bunların arasında Doğu'dan gelenleri de vardır: Bu arada Hint ve Mısır dinlerinin birtakım görüşleri, bazı Antik düşünürlere özlenilen örnekler gibi görünmüştür. En sonunda, yığınların din gereksemesini daha iyi karşılayan Hıristiyanlığın ortaya çıkmasıyla bu dönem de kapanmış, böylece Antik felsefe de sona ermiştir.

Felsefe, varolanlar üzerinde bilinçli, planlı bir düşünmeden doğmuştur. Öteden beri cevapları yalnız dinden, mythostan edinilen birtakım sorunlar, bir zaman gelip de eleştiren bir düşünmenin ve gözlemenin konusu yapılınca, felsefe tarihi de başlamıştır. Bu soruların başında da: Varolanların kökeni, dolayısıyla evrenin (kosmos'un) meydana gelişiyle insanın bu dünyadaki yeri ve ödevinin ne olduğu soruları gelir.

Bilimsel-felsefi görüşün dini görüşten ayrılıp doğması, tabii, birdenbire, hiç geçitsiz olmamıştır. Nitekim bir yandan Yunan doğa filozoflarının ilk düşünme denemelerine birçok mitolojik öğenin karıştığını görüyoruz; öbür yandan da, en eski filozofların “doğa üzerine” adını taşıyan yapıtlarıyla mythoslar ve Tanrı masalları arasında bir ara basamağı buluyoruz: Bu ara basamak da eski ozanların theogonia'ları (Tanrıların doğuşu) ile kosmogonia'larıdır (Evrenin doğuşu). Bunlarda tanrıların, yarı tanrıların, insanların meydana gelişi üzerine birçok şeyler anlatır. Aristoteles, Metafizik'inin birinci kitabında, ilk felsefe tarihi denemelerinden biri olan bu taslakta, bu “En eskilerin”, yani eski ozanların, bu konular üzerinde eski filozoflardan daha önce düşünmüş olduklarını, yalnız, bilimsel olarak değil de, dine bağlı kalarak düşündüklerini söyler.[2]

Felsefe Okulları

Elea Okulu, Milet Okulu, İyonya filozofları, Atomculuk, Sofistler, Kuşkucular, Stoacılık, Atina Okulu, Helenistik dönem, gibi adlandırmalar Antik Çağ felsefesi içinde yer alan felsefe eğilimlerini için kullanılmaktadır. Ancak farklı felsefe tarihlerinde bu sınıflandırmalar farklı şekillerde yapılabilir; felsefe tarihinde nasıl bir ölçü kullanıldığı konusuna bağlıdır sınıflandırma ve adlandırmalar.

Antik Çağ Filozofları

Thales, Anaximandros, Anaximenes,Pythagoras, Demokritos, Gorgias, Empedokles, Heraklitos, Parmanides, Elealı Zenon, Sokrates,Plotinos, Platon, Aristoteles bu çağın filozofları arasında sayılabilir.[1]

Ancient Philosophy (English)

The philosophy of the Greco-Roman world from the sixth century bc to the sixth century ad laid the foundations for all subsequent Western philosophy. Its greatest figures are Socrates (fifth century bc) and Plato and Aristotle (fourth century bc). But the enormously diverse range of further important thinkers who populated the period includes the Presocratics and Sophists of the sixth and fifth centuries bc; the Stoics, Epicureans and sceptics of the Hellenistic age; and the many Aristotelian and (especially) Platonist philosophers who wrote under the Roman Empire, including the great Neoplatonist Plotinus. Ancient philosophy was principally pagan, and was finally eclipsed by Christianity in the sixth century ad, but it was so comprehensively annexed by its conqueror that it came, through Christianity, to dominate medieval and Renaissance philosophy. This eventual symbiosis between ancient philosophy and Christianity may reflect the fact that philosophical creeds in late antiquity fulfilled much the same role as religious movements, with which they shared many of their aims and practices.

Only a small fraction of ancient philosophical writings have come down to us intact. The remainder can be recovered, to a greater or lesser extent, by piecing together fragmentary evidence from sources which refer to them.

1 Main features

‘Ancient' philosophy is that of classical antiquity, which not only inaugurated the entire European philosophical tradition but has exercised an unparalleled influence on its style and content. It is conventionally considered to start with Thales in the mid sixth century bc, although the Greeks themselves frequently made Homer (c.700 bc) its true originator. Officially it is often regarded as ending in 529 ad, when the Christian emperor Justinian is believed to have banned the teaching of pagan philosophy at Athens. However, this was no abrupt termination, and the work of Platonist philosophers continued for some time in self-imposed exile (see Aristotle commentators; Neoplatonism §1; Simplicius §1).

Down to and including Plato (in the first half of the fourth century bc), philosophy did not develop a significant technical terminology of its own – unlike such contemporary disciplines as mathematics and medicine. It was Plato's pupil Aristotle, and after him the Stoics (see Stoicism), who made truly decisive contributions to the philosophical vocabulary of the ancient world.

Ancient philosophy was above all a product of Greece and the Greek-speaking parts of the Mediterranean, which came to include southern Italy, Sicily, western Asia and large parts of North Africa, notably Egypt. From the first century bc, a number of Romans became actively engaged in one or other of the Greek philosophical systems, and some of them wrote their own works in Latin (see Lucretius; Cicero; Seneca; Apuleius). But Greek remained the lingua franca of philosophy. Although much modern philosophical terminology derives from Latinized versions of Greek technical concepts, most of these stem from the Latin vocabulary of medieval Aristotelianism, not directly from ancient Roman philosophical writers.

2 The sixth and fifth centuries bc

The first phase, occupying most of the sixth and fifth centuries bc, is generally known as Presocratic philosophy. Its earliest practitioners (Thales; Anaximander; Anaximenes) came from Miletus, on the west coast of modern Turkey. The dominant concern of the Presocratic thinkers was to explain the origin and regularities of the physical world and the place of the human soul within it (see especially Pythagoreanism; Heraclitus; Anaxagoras; Empedocles; Democritus), although the period also produced such rebels as the Eleatic philosophers (Parmenides; Zeno of Elea; Melissus), whose radical monism sought to undermine the very basis of cosmology by reliance on a priori reasoning.

The label ‘Presocratic' acknowledges the traditional view that Socrates (469–399 bc) was the first philosopher to shift the focus away from the natural world to human values. In fact, however, this shift to a large extent coincides with the concerns of his contemporaries the Sophists, who professed to teach the fundamentals of political and social success and consequently were also much concerned with moral issues (see Sophists). But the persona of Socrates became, and has remained ever since, so powerful an icon for the life of moral scrutiny that it is his name that is used to mark this watershed in the history of philosophy. In the century or so following his death, many schools looked back to him as the living embodiment of philosophy and sought the principles of his life and thought in philosophical theory (see especially Socratic schools).

3 The fourth century bc

Socrates and the Sophists helped to make Athens the philosophical centre of the Greek world, and it was there, in the fourth century, that the two greatest philosophers of antiquity lived and taught, namely Plato and Aristotle. Plato, Socrates' pupil, set up his school the Academy in Athens (see Academy). Plato's published dialogues are literary masterpieces as well as philosophical classics, and develop, albeit unsystematically, a global philosophy which embraces ethics, politics, physics, metaphysics (see FORMS, PLATONIC), epistemology (see INNATENESS IN ANCIENT PHILOSOPHY), aesthetics and psychology.

The Academy's most eminent alumnus was Aristotle, whose own school the Lyceum came for a time to rival the Academy's importance as an educational centre. Aristotle's highly technical but also often provisional and exploratory school treatises may not have been intended for publication; at all events, they did not become widely disseminated and discussed until the late first century bc. The main philosophical treatises (leaving aside his important zoological works) include seminal studies in all the areas covered by Plato, plus logic, a branch of philosophy which Aristotle pioneered. These treatises are, like Plato's, among the leading classics of Western philosophy.

Platonism and Aristotelianism were to become the dominant philosophies of the Western tradition from the second century ad at least until the end of the Renaissance, and the legacy of both remains central to Western philosophy today.

4 Hellenistic philosophy

Down to the late fourth century bc, philosophy was widely seen as a search for universal understanding, so that in the major schools its activities could comfortably include, for example, biological and historical research. In the ensuing era of Hellenistic philosophy, however, a geographical split helped to demarcate philosophy more sharply as a self-contained discipline (see Hellenistic philosophy). Alexandria, with its magnificent library and royal patronage, became the new centre of scientific, literary and historical research, while the philosophical schools at Athens concentrated on those areas which correspond more closely to philosophy as it has since come to be understood. The following features were to characterize philosophy not only in the Hellenistic age but also for the remainder of antiquity.

The three main parts of philosophy were most commonly labelled ‘physics' (a primarily speculative discipline, concerned with such concepts as causation, change, god and matter, and virtually devoid of empirical research), ‘logic' (which sometimes included epistemology) and ‘ethics'. Ethics was agreed to be the ultimate focus of philosophy, which was thus in essence a systematized route to personal virtue (see Aretē) and happiness (see Eudaimonia). There was also a strong spiritual dimension. One's religious beliefs – that is, the way one rationalized and elaborated one's own (normally pagan) beliefs and practices concerning the divine – were themselves an integral part of both physics and ethics, never a mere adjunct of philosophy.

The dominant philosophical creeds of the Hellenistic age (officially 323–31 bc) were Stoicism (founded by Zeno of Citium) and Epicureanism (founded by Epicurus) (see Stoicism; Epicureanism). Scepticism was also a powerful force, largely through the Academy (see Arcesilaus; Carneades), which in this period functioned as a critical rather than a doctrinal school, and also, starting from the last decades of the era, through Pyrrhonism (see Pyrrhonism)

5 The imperial era

The crucial watershed belongs, however, not at the very end of the Hellenistic age (31 bc, when the Roman empire officially begins), but half a century earlier in the 80s bc. Political and military upheavals at Athens drove most of the philosophers out of the city, to cultural havens such as Alexandria and Rome. The philosophical institutions of Athens never fully recovered, so that this decentralization amounted to a permanent redrawing of the philosophical map. (The chairs of Platonism, Aristotelianism, Stoicism and Epicureanism which the philosopher-emperor Marcus Aurelius (§1) established at Athens in ad 176 were a significant gesture, but did not fully restore Athens' former philosophical pre-eminence.) Philosophy was no longer, for most of its adherents, a living activity within the Athenian school founded by Plato, Aristotle, Zeno or Epicurus. Instead it was a subject pursued in small study groups led by professional teachers all over the Greco-Roman world. To a large extent, it was felt that the history of philosophy had now come to an end, and that the job was to seek the correct interpretation of the ‘ancients' by close study of their texts. One symptom of this feeling is that doxography – the systematic cataloguing of philosophical and scientific opinions (see Doxography) – concentrated largely on the period down to about 80 bc, as did the biographical history of philosophy written c. ad 300 by Diogenes Laertius.

Another such symptom is that a huge part of the philosophical activity of late antiquity went into the composition of commentaries on classic philosophical texts. In this final phase of ancient philosophy, conveniently called ‘imperial' because it more or less coincides with the era of the Roman empire, the Hellenistic creeds were gradually eclipsed by the revival of doctrinal Platonism, based on the close study of Plato's texts, out of which it developed a massively elaborate metaphysical scheme. Aristotle was usually regarded as an ally by these Platonists, and became therefore himself the focus of many commentaries (see Platonism, Early and Middle; Peripatetics; Neoplatonism; Aristotle Commentators). Despite its formal concern with recovering the wisdom of the ancients, however, this age produced many powerfully original thinkers, of whom the greatest is Plotinus.

6 Schools and movements

The early Pythagoreans constituted the first philosophical group that can be called even approximately a ‘school'. They acquired a reputation for secrecy, as well as for virtually religious devotion to the word of their founder Pythagoras. ‘He himself said it' (best known in its Latin form ‘ipse dixit') was alleged to be their watchword. In some ways it is more accurate to consider them a sect than a school, and their beliefs and practices were certainly intimately bound up in religious teachings about the soul's purification.

It is no longer accepted, as it long was, that the Athenian philosophical schools had the status of formal religious institutions for the worship of the muses. Their legal and institutional standing is in fact quite obscure. Both the Academy and the Lyceum were so named after public groves just outside the walls of Athens, in which their public activities were held. The Stoics too got their name from the public portico, or ‘stoa', in which they met, alongside the Athenian agora. Although these schools undoubtedly also conducted classes and discussions on private premises too, it was their public profile that was crucial to their identity as schools. In the last four centuries bc, prospective philosophy students flocked to Athens from all over the Greek world, and the high public visibility of the schools there was undoubtedly cultivated partly with an eye to recruitment. Only the Epicurean school kept its activities out of the public gaze, in line with Epicurus' policy of minimal civic involvement.

A school normally started as an informal grouping of philosophers with a shared set of interests and commitments, under the nominal leadership of some individual, but without a strong party line to which all members owed unquestioning allegiance. In the first generation of the Academy, for example, many of Plato's own leading colleagues dissented from his views on central issues. The same openness is discernible in the first generations of the other schools, even (if to a much lesser extent) that of the Epicureans. However, after the death of the founder the picture usually changed. His word thereafter became largely beyond challenge, and further progress was presented as the supplementation or reinterpretation of the founder's pronouncements, rather than as their replacement.

To this extent, the allegiance which in the long term bound a school together usually depended on a virtually religious reverence for the movement's foundational texts, which provided the framework within which its discussions were conducted. The resemblance to the structure of religious sects is no accident. In later antiquity, philosophical and religious movements constituted in effect a single cultural phenomenon, and competed for the same spiritual and intellectual high ground. This includes Christianity, which became a serious rival to pagan philosophy (primarily Platonism) from the third century onwards, and eventually triumphed over it. In seeking to understand such spiritual movements of late antiquity as Hermetism, Gnosticism, Neo-Pythagoreanism, Cynicism (see Cynics §4) and even Neoplatonism itself, and their concern with such values as asceticism, self-purificaton and self-divinization, it is inappropriate to insist on a sharp division between philosophy and religion .

‘Ancient philosophy' is traditionally understood as pagan and is distinguished from the Christian Patristic philosophy of late antiquity (see Patristic philosophy). But it was possible to put pagan philosophy at the service of Judaism (see Philo of Alexandria) or Christianity (see for example Clement of Alexandria; Origen; Augustine; Boethius; Philoponus), and it was indeed largely in this latter capacity that the major systems of ancient philosophy eventually became incorporated into Medieval philosophy and Renaissance philosophy, which they proceeded to dominate.

This extensive overlap between philosophy and religion also reflects to some extent the pervasive influence of philosophy on the entire culture of the ancient world. Rarely regarded as a detached academic discipline, philosophy frequently carried high political prestige, and its modes of discourse came to infect disciplines as diverse as medicine, rhetoric, astrology, history, grammar and law. The work of two of the greatest scientists of the ancient world, the doctor Galen and the astronomer Ptolemy, was deeply indebted to their respective philosophical backgrounds.

7 Survival

A very substantial body of works by ancient philosophical writers has survived in manuscript. These are somewhat weighted towards those philosophers – above all Plato, Aristotle and the Neoplatonists – who were of most immediate interest to the Christian culture which preserved them throughout the Middle Ages, mainly in the monasteries, where manuscripts were assiduously copied and stored. Some further ancient philosophical writings have been recovered through translations into Arabic and other languages, or on excavated scraps of papyrus. The task of reconstituting the original texts of these works has been a major preoccupation of modern scholarship.

For the vast majority of ancient philosophers, however, our knowledge of them depends on secondary reports of their words and ideas in other writers, of whom some are genuinely interested in recording the history of philosophy, but others bent on discrediting the views they attribute to them. In such cases of secondary attestation, strictly a ‘fragment' is a verbatim quotation, while indirect reports are called ‘testimonia'. However, this distinction is not always rigidly maintained and indeed the sources on which we rely rarely operate with any explicit distinction between quotation and paraphrase.

It is a tribute to the philosophical genius of the ancient world that, despite the suppression and distortion which its contributions have suffered over two millennia, they remain central to any modern conspectus of what philosophy is and can be.[4]

Kaynaklar

[1] tr.wikipedia.org/wiki/Antik_Çağ_felsefesi
[2] www.dostlukpaylas.com/antik-cag-felsefesi-t14886.html
[3] islammektebi.blogcu.com/antik-cag-felsefesi_28464251.html
[4] www.rep.routledge.com/article/A130

 
  Bugün 120 ziyaretçi (150 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol